16 Şubat 2012 Perşembe

demek ki neymiş...her fırsatta meseleyi türbana ve türbanlılara mal etmenin bir mantığı yokmuş...demek ki neymiş saygısızlığın türbanlısı türbansızı olmazmış...demek ki neymiş bütün kapalılar potansiyel Atatürk düşmanı ve bütün açıklar da Atatürk'e doğuştan bir aşkla bağlı diye bir şey yokmuş hasılı esasında kapalılar ve açıklar olmak üzere ayrılmış iki ayrı metabolizma da yokmuş aslında ikisi de aynı biyolojik özelliklere sahip ve aynı sosyolojik ortamda yaşayan kimselermiş...faydalandıkları eğitim sistemi aynı,etkilendikleri durumlar aynı imiş tek fark inanış ve uygulayış şekilleri imiş... herhangi birine uzaydan gelmiş varlık ve potansiyel tehlike muamelesi yapmak gereksizmiş...

10 Nisan 2011 Pazar

BAKINIZ;PERDENİN ARKASI


Korkusuzluğum,dayanıklılığım...
Gölge perdesinin önüne düşen illüzyonlar sadece
İtiraf ediyorum;
Ben,perdenin arkasındayım
Karanlıktayım
Yalnızım
Ve
Korkuyorum...

......

Öyle kalabalıksınız ki 
Sevgili seyircilerim
Öyle uğultulusunuz ki
izdihamınız içerisinden
Beni sahiden görenleri
Seçmekte zorlanıyorum

İtiraf ediyorum;
Ben,perdenin arkasındayım
Güçsüzüm
Ve
Korkuyorum...
                                             hobbit

4 Nisan 2011 Pazartesi

KUŞLAR

Biliyorsunuz değil mi kuşlar...
Kanatlarımızı kırdılar. 
Biliyorsunuz değil mi...
Hür olmayı bize hayal kıldılar
Biliyorsunuz...
Ve 
İçin için bize ağlıyorsunuz değil mi?

Uzatın kanatlarınızı kuşlar 
Tutunalım
Paylaşın enginlerinizi n'olur

"Sizin kadar hür "olalım...
HOBBİT

21 Mart 2011 Pazartesi

YAŞASIN PETROL KAYNAKLARININ ÖZGÜRLÜĞÜ,YAŞASIN PETROL DEMOKRASİSİ

      
  Dünya ,sanki Irak’a şahit olmamış gibi,Afganistan’ı unutmuş gibi…İlk defa görüyormuş gibi irkilerek bakar Libya’ya(tabi eğer füzeleriyle Libya semalarında değiller ise)…Ve insanlar ölür….Dünya olanın ve bir türlü bitmeyenin meşruluğunu sorgulamaya başlar…Ve insanlar ölmeye devam eder…Dünya müdahale mi,işgal mi? Kararsızlığının girdabında vaktini değerlendirir…Ve daha çok insan ölür …Dünya duruma isim koymakla meşgul iken insanlar savaşın sıcaklığı ile soğukluğu arasında sıkışıp ruhsal mutasyona uğrarlar…Bu böyle devam edecektir.henüz aksi istikamette ilerleyenine yakın tarihte şahit olunmamıştır(yakın tarihte kısmının altı çizgilidir).
  Önce halklar ezilir,sonra ezilen halkın canına tak dediğinden emin olunur…Ortam yeterince zayıf mı yeterince kırılgan mı diye son bir tepinme denemesi de yapıldıktan sonra artık film gösterime girer.Sonrası vicdan sahipleri için felakettir, çıkar akbabaları için ise mesai vaktidir.
  Bombalar yağar,baskınlar olur,ölüm her an ,her yerde bir masumu sobeler durur.insanın insana göstermediği merhameti soyut kavramların göstermesi beklenemeyeceğinden kimse sobelendiğinde affedileceğini ummuyordur.Sabahlarında ölüm,akşamlarında ölüm,yataklarında,sofralarında ölüm gören insanlar,ölenlerinin ardında kalmış ve göz yaşları tükenmiş insanlar,ailelerinin katledilişini minik bir aralıktan gözlemiş çocuklar…bilenir,bilenir,bilenir.Artık bellekler intikamla doludur,gözler intikam görür,yürekler intikam için çarpar,sokaklar ölüm için bile tekin değildir, artık evlerine ölümü getirenler avlanılması gereken bir canlıdan başka bir şey değildir…
  Bu noktaya kadar, hafıza yoksunu olan ve algısızlığıyla bilinen bir balık gibi sahayı seyreden dünyanın “yamyam kısmı” ani bir şokla idrak yollarının açıldığını hisseder.Artık görüyordur,duyuyordur ve ayrıca da burnu terörist kokusu alıyordur.Evet evet artık o bilenmiş ,haklarını ve yanında da sevdiklerinin intikamını almaya yemin etmiş insanlar teröristtir.Üstelik de petrolleri vardır(esasen her şeyin başlama sebebi de budur bilindiği üzere)ve bu çifte kavrulmuş bir vebaldir..Ya da tadından yenmeyecek yağlanmış bir ekmektir(bakışa göre değişir ise de sonuçlar aynı kapıya çıkacaktır) bu yamyam kısım karar verir;olan ve bir türlü bitmek bilmeyen şey bir petrol kurtarma operasyonudur , ya da “petrol bölgesine özgürlük getirme operasyonu” da denilebilir , yoksa “demokrasi kılıfına özgürce doldurulmak suretiyle petrol araklama operasyonu” mu demeliyim bilemedim.Her ne ise işte sonuç itibariyle ortada teröristlerin elinde esir düşmüş petrol kuyuları vardır ve dünyanın yamyam kısmı artık yanıtını bulamadığı bütün soruların üzerine kan kırmızısı kalemler ile “petrol” yazacaktır!Sonrası da başladığı şekilde seyreder;tanklarına ve uçaklarına bol demokrasi ve özgürlük dolduran soluğu hedef sahada almaya devam eder.Ve demokrasi yağar göklerden,ve akla hayale gelmedik özgürlükler patlak verir her yerden!İçten içe sloganlar fısıldanır “yaşasın petrol kaynaklarının özgürlüğü,yaşasın petrol demokrasisi”…

  Tabi bir de olan bitenin bir haksızlık (en hafif ifadeyle) olduğunu kabul edip susan ,ya da susmayıp yalnızca kınama bildirileri yayınlayan,yahut oturup sessiz sakin suya sabuna dokunmadan cehennemi ve içinde yaşananları izleyen elemanlar vardır dünyanın diğer kısmında ki o kısma şu an değinemiyorum bünyem müsait değil!
                                                                                                                           "HOBBİT".

28 Şubat 2011 Pazartesi

FİKRİM HÜR!,VİCDANIM HÜR!...(?)

‎  Merhaba,ben tarihinde 28 şubat kayıtlı vak'aların bulunduğu demokratik ve laik bir ülkenin fikri hür,vicdanı hür biricik vatandaşıyım.Yediğim önümde yemediğim civarımda bir yerimde yaşayıp gidiyorum.Lakin yediklerimin damağımda bıraktığı acı tattan henüz kurtulamamış olmanın verdiği tedirginlik ile yemediklerimi bekler iken pek de istekli olamıyorum.
  Çok konuşmadığım zamanlar beni daha başka seviyorsunuz biliyorum.Lakin Allah çene vermiş vaktiyle durduramıyorum.Yoksa kesinlikle "susma sustukça sıra sana gelecek" sivriliğinde bir çıkış değildir gevezeliklerim.Bildiğiniz üzre sıranın bizden geçtiği çok olmuyor zaten.Hani demem o ki,sussam da sıra bende susmasam da.Üstelik de ülkemde hani bana hani bana diyerek dolaşan bir sürü ruh hastası zararlı var iken.Neyse,çerçevemiz saygı ve sevgi ile parıldasın değil mi ağzımızı bozmayalım.
  "Yahu kızcağızım bunca hürriyet içerisinde ne battı da çıkaramıyorsun" derseniz..Öncelikle" aaa çok ayıp "şeklinde bir tepki verir sonra "çuvaldızı elinizde tutuyorken bir de soruyor musunuz" derim.Hatta bakınız dedim.
    Hasılı kelam diyeyim de biberlere denk gelmeyeyim :
    Bu gün 28 şubat 2012...15 yıldır süper laik bir ülkede yaşıyoruz...Bu öyle bir laiklik anlayışı ki tek kanatlı ve bizim öyle fedakar insanlarımız var ki bu tek kanatın eksikliğini hiç hissettirmiyorlar(?) saolsunlar...Allah eksikliklerini gösterir mi ki...göstermesin tabii...Olur ya belki bir gün Laikilk tanımının kopardıkları kanadını yastık altlarından çıkarma lütfunda bulunurlar da hürriyetimize cila olur...Umut ve fakir ilişkisi denilebilir mi?...Demeyelim yine de..
    Gelelim şu kopmuş kanada:
    Sürekli tanımlar ezberlettiler bize...Biz de ezberledik tabi, o zamanlar eğitim sistemi tartışmıyorduk takdir edersinizki, topumuz bitten az büyüktük.Lakin zamanla düşüncelerimiz hacim olarak geliştikçe ezberlerimizin içeriğini sorgular olduk.Bir de baktık bu ezber eski ezbere küsmüş,kara kedi girmiş aralarına.Bir de baktık ki hoca(affedersiniz ya camideydi o,öğretmenimiz diyecektim) "Laiklik nedir çoocum" dediğinde "Din işlerinin devlet işlerinden ayrılması..."der demez oturtup veriyor notumuzu.Ee hocam(biberlere gelesice dilim) nere gitti bu tanımın uzantısı.Dağa mı kaçtı,inek mi içti.Bu ısrarlı suallerimizin karşılığı "çok merak iyi değildir,adamın başını belaya sokar" mealinde manzumeler işittik bolca çok edebi şeylerdi bilirsiniz az çok hani.Öyle böyle der iken işte yıl 2012 ve elhamdülillah "laik"iz...Yarım marım zaten tam olanı kaldıramaz bu millet olmaz sonra ekmeklerden yağlar eksilir maazallah.
   İşin çatık kaşlı,sert bakışlı özetine gelince:
  "laiklik,din ve vicdan özgürlüğüdür "diye de tanımlar yapılırdı bir zaman...sonra birden baktık ki yazılı kağıtlarımızda cevap olarak yalnızca "din işlerinin devlet işlerinden ayrılması "cevabı tam puan alır oldu...virgülün eksikliğini dahi kabul etmeyen hocalarımız bu tek kanatlı tanımlamayı bağırlarına bastı...Neden böyle oldu peki? Neydi tanımın diğer kanadının görünmez olmasını gerektiren şey? Ben ömrümün başlangıcını başka bir ülkeden mi yaptım? O sebepten mi yanlış anlıyorum o sebepten mi art niyetliyim.
 Ben öküz altında buzağı mı görmek istiyorum? Bu hikayede her şey normal bir ben mi anormalim?
 Bu gün 28 şubat 2012...
 15 yıldır süper laik bir ülkede yaşıyoruz...
 Hepimiz kuşlar kadar özgür martılar kadar mutluyuz
 Bu gün 28 Şubat 2012...
 Fikrim hür, vicdanım hür(!) Tabi kamusal alan dışında ...

    
    

EY DUYARLI İNSANLIK ALLAH RAHATLIK VERİYOR MU? MAŞALLAH!

   İnsanlar istedikleri mevzularda göz yaşartacak derecede duyarlı olabiliyor...Ama aynı insanlar bazen öyle bir tıkıyorlar ki vicdanlarının sesini bu olanı görmeyiş midemi bulandırıyor...Buna ülkeler de dahil elbette...Unutuyoruz ki şimdi bizim sessiz kalarak yok sayanların safına eklendiğimiz her insanlık suçu yarın öbür gün önümüze çıkacaktır.Daha da ilerisi var ama onu demeye dilim varmıyor!...
   Neden mi bahsediyorum "HOCALI" kurbanlarının bu sene de önümüzden sessizce geçip gitmelerinden bahsediyorum.Anlamadık yahut anlamazlıktan geldik....Ama onlar(özellikle de anne rahminden vahşice sökülüp alınmış bebekler) gözlerimizin içine "SUSMAYIN" bakışları atarak geçtiler önümüzden.Onların başına gelenler zulüm değil miydi? onlara bu vahşeti reva görenler şimdi kanlı ağızlarıyla yüzü bize dönük konuşuyorlar pişkin pişkin...Peki biz kardeşlerimizin kanına bulanmış bu ağızlara nasıl tahammül ediyoruz?...Nerede o zalimin karşısında duruşu ülkemin...Olmuyor...Ülkemin bu sessiz duruşu vicdanımı sızlatıyor.
   Çok değil bir kaç gün önce bir dramın üzerinden geçtik gittik öylece...Büyük bir yaranın tuzlarına basa basa geçtik hem de...Üstelik bu vahşeti hatırlatmaya çalışanların eylemlerini ana haber bültenlerimizde "ilginç gösteri"..."ilginç bir protesto" şeklinde gösterip,ne derinine indik ne (güya)görmezden geldik(neresi ilginç be!maymun mu oynatıyorlar/ilk kez mi duydunuz olanları diye bağırmak geldi içimden)...şişi de yakmadık kebabı da...alkış o zaman               
bu anlayışa kocaman bir alkış!!!
  Ama tavsiyemdir bu ara gözlerinizi sık kapamayın ve kazara yumarsanız da gözünüzün önünde beliren gözsüz,başsız,rahimsiz.... siluetlerden korkmayın...Zarar veremezler...Muhtemelen sadece huzura ermek istiyorlardır...Sadece yerde kalan "ah" larını hatırlatmaya çalışıyorlardır...kalkın,ılık bir süt zıkkımlanın sonra da zıbarın ...geçer!!!(eminim ziyaret etmeleri gereken adresleri  kanı yerde kalanlar ezberden okuyorlardır)

13 Şubat 2011 Pazar

BURUK,TUHAF,ANLAMSIZ


Tenhaları sevme yaşında ruhum.
Ömrüm, kemale ermeler faslında.
Oysa;
Küçüğüm,küçücüktüm
Şeker tadı dudağımda...

Oyunlardayken mi geçti,
Nereye saklandı zaman?
...
Romantik uykuların
Mahmurluğundan geliyorum.
Rabbim!
Ne acı bir tatmış
Gerçeklere uyanmak.
Buruk,tuhaf,anlamsız...
Ben mi seçtim,
Yoksa burada mı bıraktı beni hayat?
Sarhoş adımlarıma
Kurban olmuş dizlerim.
Üstelik,
Yanıtlarından korktuğum sorular yüklenmişim
Eyvah!
...
Tenhaları sevme yaşında,
kemale ermeler faslındayım.
Boş bir fincan kadar beklentisiz
Yolculuklardayım...
                                                         hobbit

12 Şubat 2011 Cumartesi

KORKUYORUM; YA BİR GÜN SAMİMİ OLURSANIZ!

  Korkarım bir gün gelecek, değer ifade etmemizi sağlayan kelimelerimizin de nesli tükenecek.Öyle vara yoğa harcar olduk ki,bir gün bu savurgan ,bu aç halimizin bedelini ifadesizlik ile ödemek zorunda kalacağız.
  Nasılsa beynimiz yalnız kendimize açılan sırlı bir oda ve tabi kalbimiz de öyle.Nasılsa kelimeler kontrolü bizde olan sınırsız aktarım malzemeleri.Hal böyleyken savur savurabildiğin kadar nereye/kime denk gelirse orada kalsın öyle değil mi?Yeter ki anlık tatmine ulaşsın ruhumuz.Hatta belki o kadar derine inmek için bile değil bu bencilliğimiz.Daha sığ,daha anlık çıkarlar uğruna heba ediyoruz,telef ediyoruz nice manalara ayna olmuş kelimeleri.
  Korkarım bir gün topluca terk edecekler ."Siz" diyecekler; "bizleri efsunlayıp kalkan ediyorsunuz ne idüğü belirsiz amaçlarınıza"..."Siz" diyecekler;"açlığınıza maske ediyorsunuz,gönül çelmiş olmak için kullanıyorsunuz bizleri"...
  Korkarım bir gün( hakikati söyleyecekken tam da)olmayacaklar yerlerinde.Sözümüz işitilecek belki ancak yabancı bir lisan gibi gelmeye başlayacak.Göreceğiz ki yalnız kılıfları kalmış, göreceğiz ki içleri bomboş.Hal  böyleyken işimize 
yaramayacaklar elbette.


  Yapmasak!


  Bu kadar fütursuzca,bu kadar vicdanı kapalı harcamasak.Durduk yere ,durup dururken hem de...Yapmasak diyorum!Olmaz mı?


  Korkuyorum!

  Ya bir gün samimi olacağınız tutarsa...o zaman ne yapacağım ben!Ya bir gün hakikaten samimi olursak...o zaman ne olacak!!


                                                                                                                                                                                                         hobbit








3 Ocak 2011 Pazartesi

BENİ YOK SAYIN


     Her atacağımız adımda "acaba civarında incinmiş bir kalp var mıdır, hassas olunması gereken noktalar mevcut mudur..." diye düşünmek bu denli yorucu olmayabilirdi herkes böyle düşünebiliyor olsaydı..
    Yazık ki (hız zamanında oluşumuz münasebetiyle midir bilinmez) haldır haldır yürüyüşleri moda edindik. Modern toplumun gereği gördük üstelik bu vurdumduymazlığı. Dönüp, gerimizde kalan manzaraya göz ucuyla bakabilecek vaktimiz dahi yoktu. Hep yoğun, hep yorgun, hep alakasız, hep umursamaz yaşamak belli zaman sonra marifet sayıldı. Gitgide ruhla değil bedenle ilgilenen, ruh değil beden olarak algılanan varlıklara dönüşmeye başladık ve işin korkunç kısmı bunu sevmeye ve benimsemeye başladık.

     Ruhlarımız gerimizde bıraktığımız toz bulutları içinde kaldı. Ruhlarımız yalnız kaldı,hasarlı kaldı. Bedenlerimiz boş kaldı, eksik kaldı, değersiz kaldı ve biz suçu da dermanı da hep zamanda aradık durduk. Zamanımız yoktu, zamana yayılması gerekenler vardı, zaman ilaç olacaktı... Ama biz hiç bir şekilde kımıldamayacaktık.

    Her şey gerçekten bu kadar kolay mı? Ya da bu kadar zor mu?

    Peki ya kaybettiklerimiz, ya kaybetmekte olduklarımız ve kaybedecek olduklarımız bu kadar kıymetsizler mi? Yani kendimizi, egomuzu, nefsimizi, zaaflarımızı pompalayıp cilalamak bu kadar mı mühim. O muazzam o mübarek kuyrukları dik tutmak bu denli mi farz.
    Yoksa, artık Abidin emekli oldu da mutluluğu dijital yöntemlerle mi izaha çalışıyoruz? Öyleyse yok sayılmayı talep ediyorum!
                                                                                                       HOBBİT

27 Aralık 2010 Pazartesi

AMCA SİZE GÜNAYDIN DİYEBİLİR MİYİM

  Uykunun ,uyanıklık perdesine el attığı o ilk an.Gözlerini aralamışsın ve ağır ağır kabul ediyorsun bünyene aydınlığı.Uykunla vedalaşmayı henüz noktalamışsın.Kollarını uyuşuk hareketlerle iki yana açıp tebessüm ediyorsun ve tam da o sırada cıvıl cıvıl,şen şakrak günaydııın nağmeleri dökülecek oluyor dudaklarından.
   Maalesef,hayat bu sabah da pek bir suratsız.Hemen içindeki şölenin sesini kısıyor ve bir saygı duruşu edasıyla yorganı üzerinden sıyırıyorsun.Gereksiz bir ağırlık çöküyor sabah sabah,ciddiyetle doğruluyorsun yatağında.Bu arada pencerenden süzülen güneş rahat durur mu; göz kırpıyor,aklını çelmeye çalışıyor,ruhunla oynaşıyor.Ve sen içinin kıkırtılarını mecburen bastırıyorsun.Güneşi de küstürüyorsun,ruhunu da.
   Ağız tadıyla bir günaydn diyemeden güne başlıyor ve müthiş bir ciddiyetle yaşıyorsun.Böylece olması gerekenden kat kat fazla yoruluyorsun.Neden mi;içine hapsetiğin günaydınlara her gün bir tane daha ekliyorsun da ondan,daha yatağından kalkmadan yakana yapışan o ağırlığın sorumlusu içindeki birikmenin yükünden başkası mı sanıyorsun.Benden duymuş ol öyleyse ; "değil".
   Aksini yaşamaya çalışıp deli gömleğini ensemde hissetiğimden bu yana benimde içimde rengarenk günaydınlar birikti ve sanırım bir çoğumuz(farklı nedenlerle) cıvıltılı günaydınlarımıza susturucu takıyoruz.
                                                                                                                                                                HOBBİT

KELEPİR MUTLULUKLAR

İndirimli tarifeden konuşur gibi,para puanlarımızı harcar gibi...kolay harcıyoruz kelimeleri.Düşünmeden,hissetmeden...
  Fütursuzca diziverip peş peşe cümleler oluşturuyoruz.Başı sonu belli değil,tümleci zarfı mühim değil.Öznesi olsun bir de yüklemi kafi,noktaya bile ihtiyaç duymuyoruz varsa yoksa üç nokta...
  Samimiyet aramıyoruz.İnandırıcılık katmıyoruz içine.Hafif manaya bulayıp biraz da süsledik mi salıveriyoruz sokağa.Mana hafif olunca uçuveriyor haliyle dudak ile kalp arasında.Belki kulakta hafif bir tını kalıyor.Duyuyorsun duyduğunla kalıyor,okuyorsun gördüğünle kalıyor.
   Hammaddesi ucuza gelen Çin malları gibi elden düşme harfler kullanıyoruz.İşçiliği de hafiflettik mi zahmetsiz iletişim sağlamış oluyoruz.Yok pahasına kelimeler kullanıp kelepir cümleler elde ediyoruz.Zamandan kar edelim,yorulmadan elde edelim...Koşmadan, kestirmeden işimizi görelim derken inançsızlığa teslim ediyoruz ruhlarımızı.Duygu kanseri oluyoruz farkına bile varmıyoruz.
  Umursamıyoruz belki de kim bilir.Nasılsa emeksiz doyuruyoruz karnımızı.Nasılsa taş atmıyoruz yormuyoruz bünyemizi.Yan gelip egolar büyüterek geçiriyoruz günlerimizi.Uzatmıyoruz,kısa kesiyoruz.
  İkinci el harflerle "mutluluk" yazıp piyasaya sürüyoruz.Gel vatandaş kaçırma nasılsa sudan ucuz!

"HOBBİT"

17 Aralık 2010 Cuma

"CANIM"IN GELİŞİ "CAN"DAN OLMALI

Can kolay harcanabilen bir şey değildir.Kıymetlidir.Vazgeçilmezdir(bu bazen kişinin bazen sevdiklerinin canıdır)Yitirildiğinde dayanılması en zor olandır.Var dediğimiz herşeyi yokluğuyla hiç olmamış edebilecek yegane şeydir.
"Canım" kelimesi "can" dan gelir.Bu nedenle bünyesinde bir sıcaklık barındırır.Dile getirildiği mekana aydınlık verir.Gönüllerin kapılarını aralar.Aynı kıymeti görmeyi haketmiştir.
Nasıl ki kişi canını vara yoğa ortaya koyamaz,nasıl ki ota köke harcayamaz...Aynı muameleyi bu kelimenin kullanımında da göstermelidir.
  Kullandığımız sözcüklerin bazıları sadece harflerin yanyana gelmesi ve hecelerin birleşmesinden ibaret değillerdir.Dilden bir çırpıda çıkar ve kalbe aynı hızla isabet ederler evet ama bu onları kolay harcanabilen yapmamalıdır.
  Canımıza verdiğimiz kıymetin binde birine değer görmediğimiz kimseler için harcamak üzere daha ucuz kelimeler edinelim."Canım" diyerek gönlünü aydınlatacağımız kimseleri ise hakikaten gönlümüz ile seçelim.Aksi takdirde,hoşluklarımıza laçkalığı bulaştırmış oluruz.Ve bu bizi manasız,yaşamış olmak için yaşanan hayatlar dünyasına bir adım daha yaklaştırır.Hepsi budur.
        




                                                                                 HOBBİT

16 Aralık 2010 Perşembe

İKİNCİ YÜZÜMÜZ/ŞÜPHELER

Görmek yeterli değil...
İnsan , görmek istediğini görür çoğu kez...
Nasıl görmek istiyorsa öyle görür.Kandırır kendini...

Ayrıca...

Nasıl bilinsin istiyorsa öyle gösterir,nasıl bilinmek istiyorsa öyle görünür .
Kandırır bakan gözleri...

Görmek yetmez...
Çoğu kez ;
Üzülmek istemediği için...
Üzmek istemediği için...
Kaybetmek istemediği için...
Kaybolmak istemediği için...
Bazen de;
Gidemediği için...
Göze alamadığı için...
Kalmak , kalabilmek istediği için...
Değer verdiği için...
Savaştığı için...
Yenilmemek için...insanlar , kendilerine gösterilenleri sorgulamaz ya da işlerine nasıl geliyorsa , hangisi oyunun devamını sağlıyorsa , kurallara uyuyorsa onu görürler.
Görmek;
Bakış açısına göre değişir , niyete göre değişir.
İnsanların beynini okuyamazsınız.Buna izin vermezler.Beyinlerinden geçeni şekillendirir süsler , değiştirir önünüze sererler.
Siz de ...
Biz de...Bu guruba dahil değil miyiz*
Bazen iyi niyetle , bazen kötü niyetle buna izin vermiyor muyuz?
Sanki hangimiz ; bazen kendimizi , bazen başkalarını kandırmıyoruz ki...
Hangimiz ; katıksız , bedelsiz , sınırsız mutlu olabiliyoruz ki...
Hangimizin hayatı ebruli değil ki...
Kim tek renk olmanın ya da gökkuşağı olabilmenin huzuru içerisinde ki...
Kim ;
_Evet işte bu_demişken hayal kırıklığının acı çimdiğiyle uyandırılmamıştır ki...
Hangimizin bir kuyruk acısı yok ki...

Görünenler çoğu kez hayal,
Gösterdiklerimiz bir uydurmaca ,uyarlama ,bir masal...
Bu bağlamda;
Yaşadığımız hayat kaypak!
Mutluluklarımız kaygan ve duygular iki yüzlü,
Durumumuz değişken.
VE
Ruhlarımız bile asi ,
VE
Ruhlarımız karamsar...
Kalplerimiz yamalı...
Bildiklerimiz , doğru dediklerimiz...
Sadece doğru kabul ettikleirmiz ve bilmek istediklerimizden bize bildirilenlerden ibaret.

Öyleyse...

Duymak yeterli değil ...
Söylenenler gösterilenlerin dalkavukluğunu yapar , sadece onaylar...
Diller herzaman doğru söylemez , insanlar buna izin vermez.
Duyulan her ses kaynaktan gelmez , bazıları yansımadır sadece , sadece bir sanmaktır...
Belki de...
Sadece bir anlık yanılgı , bir hayal...

Öyleyse...
Nasıl ve neye dayanarak gidilir ki bir sesin peşinden
Neyi gerekçe gösteririz ki beynimize , duyduklarımızın doğru olduğunu söylerken.
Ve o neye dayanarak bize inanır...

Kendimize bir bakalım derim
Vicdanlarımızı bir yoklayalım...
Hangimiz ;
Kayıtsız şartsız doğru cümleler kuruyoruz ki...
Hangimiz birşeyler gizlemiyoruz ki,
Kimimiz ; kalp kırmamak adına
Kimimiz ; çıkarlarımız uğruna...
Bazen yararlı olabilmek , bazen yararlanabilmek adına ,bazen üzmemek bazen üzülmemek adına...
Hemen her gün hepimiz oynamıyormuyuz bu oyunu...
Ve de,
Aynı zamanda; işimize gelmiyor mu bu karşılıklı aldatmaca
Bilip de söylemediklerimiz söyleyemediklerimiz yok mu?
Bile bile , birbirimizi "hasar görmemek adına , üzülmemek adına "hangimiz kandırmıyoruz ki..
Gerçekler saklanır...saklarız...
Çünkü ; acı verir genelde , üzer , hayal yıkar.
İnandığımız farklıda olsa,bildiğimiz farklıda olsa,üzmeyiz aklımızca bazen kendimizi,bazen onu, bazen birilerini...
Düşünülmeden hayal kırıklığının verdiği acı...düşünülmeden gerçeğin er geç su yüzüne çıkacağı...acının ertelenebileceği ama yok edilemeyeceği , fütursuzca saklarız , yalanlarız , yalan söyleriz , yanlış söyleriz...
Ve ya ;
Söylemeyiz , göz yumarız , uyarmayız...

Sonuç olarak...

Diller yalan söylemeye devam ettikçe , beyinler gizlemeye devam ettikçe dünya döndükçe yani...
Duymak da yetmeyecektir , yetmez.
Bilmek yeterli değil yanılmak baki...
Bildiklerimizin , bilmemiz gerekenler olduğundan nasıl emin olabiliriz ki...
Yani;
Bildiklerimiz = gördüklerimiz + duyduklarımız temelli değillermidir.Onlar , yani kaynaklar güvenilmez olunca nasıl bildiklerimiz hakkında emin olabiliriz...
Hangi fikir akımının karşıtı yok ki...Hangi doğru vardır ki kesin olan ,her şeyin oyun olma ihtimali bilinenlerin aslında olmama ihtimali herzaman mevcut değilmidir?
(Bazı ve kat’i bir kaç istisna dışında tabi)

Şüphe; anahtar kelime , olması gereken , harekete geçiren...
Mantık ; kabul edilebilirlik , kabul edebilmek...
Sezgi ; hissetmeı , içine sindirmek ve sonra görülenlere , duyulanlara başvurmak...
VE
Belki bu sayede belkilerimizden, amalarımızdan bir nebze olsun kurtulabilmek...
BELKİ ; bilmek olanı olduğu gibi anlayabilmek
VE
belki de ancak bu sayede uzun uğraşlar sonucunda bir mucize elde etmek...

Huzura kavuşmak ve mucizenin adını "KESİNLİK" koymak "EMİN OLMAK"...
Şüphelerden arınmak ...Belki birgün...   

                                                                         hobbit

MELANKOLİK ZAMANLAR

   Bomboş bir sessizlik.Derin ve çok geniş ve boş ama bomboş bir kuyu.Tepesinde tam ortasına kadar uzanmış sallanan bir ip ve ucunda bir beden,şaşkın ve artık nerede olduğunu ne yapması gerektiğini düşünmekten yorulmuş,vazgeçmek üzere olan bir beden.Öylece sallanıyor.Bir sağa, bir sola...Bir öne ,bir arkaya...Hangi duvara yaklaşsa bir özlemi el sallıyor ona.Eski arkadaşlıklar en yosunlu duvardalar.Sonra,arka tarafta bir tek kişi var karanlıkta hafifçe beliren.Hatta bir görünüp bir kaybolan biri bu...İp ortada sallanıyor dedim ya öyle ama tuhaf bir şekilde o tarafa hem yakın hem uzak...

   Çıldırtan bir sessizlik ...Öyle ki insan damarlarında hareket eden kanın aslında sıvı bir ses çıkardığını fark ediyor.Çıldırdığını sanıyor.
Çıldırtan bir boşluk ve orada ortada,ne havada,ne karada...Öylece ortada asılı kalmak.Ne ileri ,ne geri...Ne hasrete,ne vuslata,ne ölüme ,ne hayata...Vel hasıl hiçbir yöne hareket edememek.Zamanla yön duygusunu ,olgusunu,sezgisini...her neyse işte onu kaybetmek.Zamanla,hassasiyetini yitirmek.Yorulduğunun farkında olmayacak kadar yorulmak.Özlemeye alışacak kadar özlemekle bir olmak,özlemeye nerden başladığını unutacak kadar özlemek...
Yapayalnız,bomboş,sessiz ve ortada kalmak ve hepsinden daha kötüsü de hayatın devam ettiğini unutsan da onun sana varlığını hatrlatması...

   Gecelerin uyumak için , gündüzlerin yaşamak için olduğunu...Gece ile gündüzün farklı olduğunu unutmak.Herşeyi önüne geldikçe yaşamak.Önüne geldiği için mecbur olduğun için yaşamak.Ama, yaşadığı her gün hayata dair bir demirbaşını kaybetmek.Her Allahın günü bir şeyleri uğurlamak.Her Allahın günü bir umudunu öldürmek...

   Öylece orada asılı sallanmaktayken, birden kalabalıkları fark etmek.Aynı anda ne boş kuyusunun ne de tutunduğu ipin kimse tarafından fark edilmediğini görmek.Sinir-acı arası bir şeyler hissetmek.
Sonra;kalbinin sızılarını ne kadar zamandır duymazdan geldiğini düşünmek ve pişman olmak ve ona yönelmek...
Ama artık çok geç,hissetmiyor ki...Donmuş mu nedir?Katılaşmış mı yoksa ölmüş mü!Tıpkı,tıpkı şey gibi...taş!Evet ,tıpkı taş gibi olmuş.İlgisiz, şefkatsiz,kaskatı ve soğuk bir taş.
Fakat,küçük bir pıhtı kalmış ortasında,biraz kuırcalasan kanayacak gibi.Zaten ince ince de birşeyler sızıyor kenarlarıdan...
İyi haber!Hala iş var bu kalpte daha ölmemiş.Ama vazgeçmiş, sanki inzivaya çekilmiş.

   Her güne aynı umutla başlamak,hala ömrünü tamamlamamış. o en değerli çünkü en son kalmış umutla...
Sonra her akşam ezanla birlikte umudunu uyutmak
Birgün beni burada unutan...Birgün cıvıl cıvıl,şenlikli bahçemden beni alan ve bu boşlukta
unutan,tekrar gelecek diyerek,her güne umutla başlamak.Ve her akşam yeşil damlalarla umudunu uğurlamak.
   Her gece içindeki yıldızların bile kayıp gittiğini,neşenin,huzurun,kahkahanın,şefkatin,sevginin,sevebilmenin...kısacası herşeyin kaçtığını görmek.
Herşeyin sıkılıp kaçtığını göre göre ,ayak seslerinin beyninde yankılanmasına tahammül etmek zorunda kalmak
O çıldırtan boşlukta, o çıldırtan sessizlikte, yapayalnız ve orta yerde sallanıp durmak.
Gidememek,kalamamk,kavuşamamak....delirmek.
Sonunda ,denize düşmüşün akıbetini paylaşmak.Azad edeceğini umduğun her yılana sarılmak ve artık zehire bağışıklık kazanmak.

Son olarak...Son durum olarak

   Keçilerine,son umuduna,düşmemek için tutnduğu ipine sıkıca yapışıp bütün gücünü kullanarak beklemek...beklemek...
Ve
Aynı sessizlik
Ve
Aynı boşlukta bir ileri, bir geri , bir sağa ,bir sola
sallanıp durmak.Kararlılığın eşiğinde bekleyip bir türlü ileri gidemeden öylece asılı ,sallantıda,beklemek...yalnızca bekleyebilmek!...       HOBBİT

15 Aralık 2010 Çarşamba

BİR DÜŞÜNÜN DERİM!!!...

Çocuğa önce madde verirseniz maneviyatı hep yüzeyde kalacaktır.On yaşında bir çocuk her haltı bilidiği halde Fatiha'nın değerinden bi haber yaşıyorsa,bir yerde feci hatalar yapmışız demektir.
"Aman ,küçücük çocuk ne bilsin","Hem ne gerek var bu yaşta çocuğa şimdiden yüklenmeye"zihniyetini de zerrece anlamış değilim.Böyle düşünen  vatandaşlara göre eğitim-öğretim yaşını da 15 'e çıkarmak lazım gelir heralde diye düşünmekteyim.
    Ayrıca;varlık sebebine,yaratıcısına,rabbine ulaşmasının,O'na şükranlarını sunmasının yöntemlerini öğretmek yavrunuza yük değil yardım olacaktır.Çünkü bu,zaten onun rurhunda duyduğu bir açlıktır ve zaman içerisinde daha da şiddetlenecektir.Eğer bu açlığı siz gideremezseniz başkaları(ne idüğü belirsiz şekillerde) seve seve giderecektir.Ve küçük yaştan itibaren maneviyatla donatılmış çocuklar çok daha düzgün yetişkinler olarak hayatlarına devam edeceklerdir ki  bu daha düzgün bir dünya inşa etmek anlamına da gelir.
    Elbette bütün bunların yanında gözden kaçırılmaması gereken bir nokta vardır ,o da muhatabınızın çocuk oluşudur.İşte bu, meseleyi daha zor,daha incelikli hale getirir ve bence bu kadar savsaklanmasının sebebi de budur.Yani siz çocuklarınıza yük olacağından değil aslında size artı külfet olacağından korkarsınız .Acı ama gerçek!Sırf  vicdanlarınızı rahatlatmak için de yazları(para kazanmaktan başka amacı olmayan,hiç bir öğretici ehliyeti bulunmayan kimselere emanet) mahalle arası kurslarına yollamakla meseleyi kapattık sanırsınız.Bu daha da büyük sıkıntılara yol açmaktan başka işe yaramaz o ayrı.
  
   Artık,çocuğu;soyunuzu sürdürecek,neşenizi yerine getirecek,hayatınızın devamını sağlayacak...bir araç gibi görmekten vazgeçmelisiniz Bir emanet olduğunu,dünya imtihanında önünüze konulmuş bir vazife olduğunu idrak etmenin zamanı gelmiştir.Çocuk ,anne- baba aracılığıyla dünyaya gönderilmiş ve bütün sorumlulukları aracısına yüklenmiş ayrı bir şahsiyettir.Dünyada yolunu kaybetmemesi,amaç- araç kargaşasına düşüp kaybolmaması tamamen anne-babaya bağlanmıştır.Bu düşünce yolu izlendiğinde nasıl bir veballe karşı karşıya oldunduğu daha net ortaya çıkacaktır.
 
    Sokağa çıktığınızda gördüğünüz manzara sizi de benim kadar rahatsız ediyorsa bunları bir düşünün derim.Küçücük çocukların her cümlesinde küfürler işitmek sizi de üzüyor ve bunun yerine keşke bir "Allah razı olsun"işitebilsek diyorsanız bir düşünün derim...

     "İşin gücün mü yok Allah aşkına ,dünyada kafa yoracak başka sıkıntı mı kalmadı" diyorsanız .Şimdi sıkıntıya sebep olanların da zamanında çocuk olduklarını hatırlatır ve derim ki;SİZ BİLİRSİNİZ!!
HOBBİT

VE..HOBBİT YORULUR...(SORGULAMAKTAN,KOŞMAKTAN,ANLAYAMAMAKTAN,ANLATAMAMAKTAN...)

Yüzyılların eşiğinden koşup gelmiş bir kan davasımıdır yüreğimin kaçtığı?Bu soluksuz koşunun miladı hangi zaman boyutunda giz olmuş.Sebebi hangi kitabenin satır arasında kilitli.Menzilden gelecek habercinin yollarını devler zaptetmiş olabilir mi?Yaralanmanın her cinsine tatlı dil reçete etsek kafi gelir mi?Duvarlara sesleneceğime boşluklarımla söyleşmeye devam etsem ve cevap olarak yankılanmalarımı kabul etsem makul miktarda kâr sayılabilir mi?

Sanırım...

Yorulmuş olma hakkımı kullanmalıyım."İmza yetkisine sahip kimseler aranıyor"şeklinde eklentiler yapmalıyım duyurularıma .İzin belgem kimde ise,henüz rica minnet talep etmekteyim ancak sürece bağlı başkaldırışlar bünyem içerisindedir.Uyarmalıyım.

Sakın!

Geleneğe dönüşmüş bir intikamın bilmem kaçıncı kuşak seçilmişi olduğum umulmasın.Yüreğimin kudretine büyüteçle bakılmış zannederim ve bilirim ki kendisinden olsa olsa bir kör kılıç olur.Atsan atılmaz satsan pul etmez kabilinden.

Ayrıca yorgunum...

Ne çok koştum, ne çok...Küçük notlar iliştirdim akrep ile yelkovan arasına bir yerlere.Ve küçücük izler bıraktım geçtiğim zaman dilimlerinde.Belki kaybolmuşumdur,belki bir farkeden olmuştur diyerek.Zambaklar,laleler,karanfiller ektim gizli saklı köşelere.Ardımdan gelen olursa hoşluklar bulsun diyerek.İnce ince işledim her cepheye zerafetin nakışlarını öyle ki "cephe" kelimesi dahi çelişkilere gark oldu.

Ne çok konuştum...ne çok...Herkes gevezeliğime verdi.Ancak çocuklar anladı korkmakta olduğumu.Oyunlarını getirdiler,oyncaklar koydular korkularımla arama.

Şimdi;

Kendimize yeni yeni oyunlar türetiyoruz.Koşar halde oynanabilecek oyunlar.Sobesi olmayan saklanbaç gibi mesela duruma uyarlanmış oyunlar.

Törpülenmiş duygularımızın yasını tutmaktan emekli olduk.Mızmızlandık mı pışpışlıyoruz birbirimizi malum hayat müşterek.Hem yüreğim de anladı sanırım artık yavaştan ilerlemenin gerekliliğini.Daha az koşturur oldum peşinden yalvar yakar iknalar için .Daha az vaaz verir oldum.

Ve...Belki de...

Bir sona eriş vaktinin habercisidir görünen
Belki de sonu görünmüştür çoktan yolun.Koşturmaktan,anlamlandırmaktan,anlaşılmayı dile(n)mekten azledildim belki ...Kim bilir.

Ancak;

Hep merak edeceğim; nedir yüreğimin bu denli kaçmakta ısrarlı olduğu.Neydi her yaklaştığımda bulduğumu sandığım sır.Bu denli yara bereye değeceği umulan neydi?Hangi akla hizmetti dibi sonu bilinmezlere umutlu sepetler salmak.Medet umulan neydi?Neyin peşinden gidişti bu...

Peki;

Şimdi vazgeçiyor olmak nedendi.Bunca birikmişi çöpe atmak.Neydi artık son vermek gerektiğini yüzüme vuran ve beni ikna etmiş olan.
Hep merak edeceğim ve hep artacak bu türde sorularım...Belki de duramayacak bir gün yine merakımın peşinde koşulara katılacağım.Kim bilebilir belki sonunda "sırra" vakıf olacağım..Belki...
"HOBBİT"